Afrika’da çocuk olmak denildiği zaman hepinizin aklında bir şeyler canlanıyor eminim. Benim de canlanıyordu ancak uzaktan canlanmasıyla gidip görmek ve yaşamak arasında öyle büyük bir fark varmış ki…
Bu yıl 2 haftalık tatilimi Tanzanya’da değerlendirmeye karar verdim. O kadar güzel geçti ki, hayatımın en güzel gezilerinden birisiydi. Dönüp baktığımda onlarca güzel anı, onlarca güzel insan.
Orada yaşayan birinin önerisi üzerine bavulumuzun bir kısmını boyama kitapları, boya kalemleri, üflemeli baloncuklarla doldurduk. Çok çocuk olduğunu biliyorduk, yolda karşılaştıkça veririz diye düşündük.
Birkaç gün Zanzibar’da lokal bir ailenin yanında kaldık. Nasıl ağırlandık anlatamam size. Bayram kahvaltısıyla, yemekle kalmayıp bir de ayrılırken elimize bayrama özel kurabiyelerinden paketleyip sıkıştırdılar. İşte böyle bir şeydi paylaşmak. Kaldığımız bölgede ünlü gibiydik, bizi gören çocuklar metrelerce uzaklıktan koşup sarılıyorlardı, oysa hayatlarında bizi ilk defa görmüşlerdi. Ve hepsi o kadar candandı ki hemen gelip “Hello, How are you?” diyorlardı. Kaldığımız aile 5 çocuklu bir aileydi. 3’ü küçük çocuktu, isimleri : Duliy, Ibra ve Zuu. Hep birlikte bayram kahvaltısı yaptık, sohbet ettik, gerçekten çok candan bir aileydi.
Saatlerce oyun oynadık, boyama yaptık, ingilizce pratik yaptık, sarıldık. Üflemeli baloncuğu ilk gördükleri zamanki mutluluğu size anlatamam.
Bir akşam ise kendimi bir anda akşam okulunda buldum. 20-25 çocukla birlikte şarkılar söyledik. Jambo, Jambo bwana, Habari gani?, Mzuri sana, Wageni mwakaribishwa, Zanzibar yetu, HAKUNA MATATA. Buranın meşhur şarkısı bu : ), bana merak ettikleri soruları sordular, ingilizce kelimenin son harfi oyununu oynadık. O kadar güzel bir tecrübeydi ki benim için anlatamam.
Nedendir bilmem Tanzanya’da erkek çocukları inanılmaz futbol oynuyor. Hem de öyle böyle değil gayet teknikli. Bir gün kaldığımız yerden bir çıktık bir grup yine futbol maçı yapıyor, bir çocuk ise kenarda oturuyordu birkaç arkadaşı ile. Bir baktım o da ne elinde bir top var. Nasıl bir top mu? Poşetlerle, etrafına da ip bağlayarak kendisine bir top yapmış… Ama mutlu, ama umutlu… Gerçek bir topu olmadan da eğlenebilmek, oynayabilmektir Afrika’da çocuk olmak.
Tanzanya’da beyaz insanlara lokal insanlar “Mzungu” diyor. Beyaz insan anlamına geliyor. 14 gün boyunca mzungu aşağı mzungu yukarı geçti günlerimiz. Plaja giderken veya yolda yürürken yanımıza bir şeyler alıp çocuklara veriyorduk. Birine verdiğiniz zaman hemen mahalledeki diğer çocuklara da haber veriyor ve hemen hepsi bizim yanımıza geliyordu. Yanımızda çikolata vardı, çocuklara dağıttık. Kafamı bir çevirdim, çocuğun teki çikolatayı açmaya çalışıyor ama açamıyor. Bilmiyor belki de nası açılacağını, belki de hayatında ilk defa gördü çikolatayı. Ben yardım etmeye kalmadan, açmadan çikolatayı hop ortadan ısırdı.
Beni bu gezide en çok etkileyen ise Arusha’da gittiğimiz yetimhane oldu. Bir akşam safariden couchsurfing’ten ayarladığımız yere doğru dönüyorduk. Yolda bir yetimhane tabelası gördük. Tamiha Orphanage Home – Tanzania Millenium Helping Hands Foundation.
Bir arkadaşım sağolsun bir miktar para göndermişti, orada çocuklara bir şeyler alın diye. Aha dedik süper, buraya gidebilirsek çocuklara bir şeyler götürebiliriz. Hemen oranın yerlisi olan Baraka ile konuştuk ve oraya gidip gidemeyeceğimizi sorduk. Oranın kurucusunu tanıdığını ertesi gün öğlen oraya gidebileceğimizi ve ihtiyaçlarını öğrenebileceğimizi söyledi. Ertesi gün yola koyulduk. Yetimhanenin kapısından girer girmez bir anca çocuklar bize doğru koşmaya ve her yerimizden sarılmaya başladılar. Sanki bizi daha önceden tanıyor gibilerdi… Elimizi tutmak için adeta yarıştılar.
Biraz onlarla vakit geçirdikten sonra içeri geçip oradaki görevli ile konuştuk. Tatil için geldiğimizi, tesadüfen gördüğümüzü, bir nebze de olsa onlara yardım etmek istediğimizi söyledik. O ise en acil ihtiyaçlarının pirinç, mercimek, un, kalem, defter, şeker olduğunu söyledi. Hemen çarşıya gidip elimizden geldiğince bir şeyler alıp geri geldik. Yine çocuklar bir koşturma, poşetlere değil bize doğru… Sonrasında bir adam belirdi çocuklar hep bir ağızdan “İyi günler baba, nasılsın” diye seslendiler adama.
O baba (Crispin) buranın kurucusu. Zamanında kendi ve kardeşi de yetim kaldıktan sonra 2 yıl kadar sokaklarda yaşıyorlar ve sonrasında bir yaşlı kadın bunları evine alıyor. Yıllar sonra ise kendisi eğitimini de tamamladıktan sonra böyle bir yer açıyor. Gözleri dolu dolu anlatıyor yaşadıklarını. 10 yıl önce açılmış burası, şu anda 40 çocuk burada yatılı olarak kalıyor çünkü kimseleri yok. Geri kalan 170 çocuk ise gündüz burada vakit geçirip akşamları ise anane, babannelerinin evine dönüyor.
Meğer o gün yiyecek yemekleri yokmuş. Gayet günlük yaşıyorlar, Crispin sabahtan çıkıp bir yerlerden bir şeyler bulmaya gitmiş. Görevli hemen aramış, iki kişi geldi buraya bize bir şeyler getirdiler diyince Crispin hemen yetimhaneye geri dönmüş. Nasıl bir tesadüf, nasıl hızır gibi yetiştiniz diyor… Ve saat 4 olmuştu, çocuklar henüz öğlen yemeklerini yiyememişti.
Crispin, en önemli şeyin burada eğitim olduğunu söylüyor daha sonra yemek, sonra ise kıyafet. Toplam öğretmenler, görevliler dahil 12 kişi bulunuyor. İlk açıldığı zamanlarda çocuklar 1 yatakta 3-4 kişi yatıyorlarmış. Şimdi çok şükür hepsi 1-2 kişi yatıyorlar diyor. Çocukların yatakhanelerine girdik hepsinin ayak ucunda ufak bir sandık, tüm eşyaları orada. O kadar az ki, sonra dönüp bir de kendi dolabımı düşündüm, yorumsuz…
Crispin anlatıyor biz dinliyoruz, gözümden birkaç gözyaşı akıyor, daha fazla ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Kendisini yaşlı biri sahiplendiği için hafta sonları buradaki çocuklardan büyük olanlarını bölgedeki yaşlı ve hasta kadınların evlerine götürüyor ve onlara destekte bulunduruyormuş. Çocuklar döndükleri zaman “ne zor hayatlar var” diyorlarmış. Bilmiyorlar ki onları sokaklardan toplayıp buraya getirdiğimi diyor Crispin.
Zaman zaman yetimhanenin önüne bırakılmış kundakta çocuk bile buluyorlarmış… Şu anda tamamen doluyuz, en kısa zamanda bir kat daha çıkıp sayımızı artırmaya çalışacağız diyor. Çocukları ilk zamanlarda burada tutmak epey zor oluyormuş, sokaklara geri kaçmak istiyorlarmış. Sonra bir şekilde buradaki ortamla ve psikolojik destekle aşıyoruz bunları, şu anda bahçe kapımız hep açık ama kimse kaçmıyor artık diyor.
Buradaki küçük çocuklar Crispin’i babaları zannediyorlarmış, diğer çocukları ise kardeşleri. Çok iyi anlaşıyorlar, birbirlerine çok yardım ediyorlar diyor. Çocuklar akılları ermeye başladıkça ise babamız sensin de annemiz kim diye sormaya başlıyorlarmış…
Hepsi diğer çocuklara göre daha başarılı diyor. Sadece okul dersleri ile de kalmayıp bahçe işleri, temizlik işleri, yemek işleri gibi şeyler de öğretiliyor onlara burada. Para buldukça ise onları haftasonları dışarıya çıkarmayı çalışıyorum diyor.
Uzun uzun Crispin ile konuştuktan sonra artık dönmemiz gerekiyor, dönemiyoruz, çocuklar bırakmıyor. Hayat o kadar garip ki, bir anda kendimi Arusha’da Afrika’da bir yetimhanede çocuklarla ip atlarken buluyorum. Tüm olumsuzluklara rağmen hepsi umut dolu, hepsinin gözlerinin içi gülüyor.
Şu anda yatılı olan 40 kişiden 19’unun sponsoru bulunuyor 21’inin ise henüz yok. Yıllık olarak çocuklara sponsor olabiliyorsunuz, sonrasında ise desteklediğiniz çocukla ilgili 3 ayda bir karnesi, durumu, fotoğrafı gibi bilgilerin olduğu bilgilendirici mailler alıyorsunuz. Ya da isterseniz çocukların bir günlük yemeklerini karşılayabiliyorsunuz.
Siz de istemez misiniz bir çocuğun hayatına umut olmayı? Sponsor olmayı düşünen var ise lütfen benimle iletişime geçsin sizi Crispin’e yönlendireceğim.
İşte böyleydi Afrika’da çocuk olmak. Ufak şeylere sevinmek, mutlu olmasını ve elindekilerle yetinip paylaşmayı bilmek, her şeye rağmen gözlerinin içi gülmek!
Daha fazla beklemeyin, gidin Afrika’ya, dokunun birilerinin hayatına!