Dikkat! Bu yazı diğer yazılarımdan farklı bir tarz içermektedir.

Zaman zaman takipçilerimden ansiklopedi gibi yazıyorsun tarzında yorumlar alıyorum. Yani; duygusuz bir şekilde sadece hap bilgi içeren şekilde yazılar paylaşıyorsun demek istiyorlar. Sanırım doğru. Çünkü bir tiramisuyu ne kadar beğendiğimi size bir paragraf anlatmak istemiyorum. Onun yerine tiramisuyu beğendiğim yerin adresini paylaşmayı tercih ediyorum. Ancak bu sefer nedense en son gezim olan Tanzanya ile ilgili duygularımı paylaşmak istedim. Ansiklopedi tarzı bilgiler de gelecek merak etmeyin : )

Bayrama 1-1.5 ay kala nereye gitsem, Asya mı Avrupa mı diye düşünürken BİNGO Tanzanya! Bir de orada sosyal sorumluluk projesi yöneten arkadaşım olunca gel burada birlikte bir şeyler yaparız dedi. Uçak biletlerimizi millerle aldık, yeni bir destinasyon olduğu için THY ile 20.000 mil’e gidip gelebildik. İlk defa vakitsizlikten dolayı bir yeri çok az araştırarak yola çıkmak durumunda kaldım. Normalde gitmeden çok detaylı araştırırım. Bu sefer ise “Amaaaan bir de böyle olsun, zaten 15 gün” dedim. Sadece ilk gün kalacak yerimizi ayarladık, onun dışında hiçbir şeyimiz yoktu. Orada yaşayan bir Türk aile bizi Zanzibar Havaalanı’ndan aldı, sabah hep birlikte kahvaltı ettik. O kahvaltı o kadar güzel geldi ki, sanki dün İstanbul’da değilmişiz gibi büyük bir keyifle onların anılarını dinleyerek yedik.

Temel ihtiyaçlarımızı; para bozdurma, hat alma gibi onlarla hallettik. Tanzanya’da ne yazık ki her şey ama her şey pazarlıkla yürüyor. Çünkü beyaz insanları dolar gözüyle görüyorlar. Su alırken bile pazarlık etmeniz gerekiyor. Mesela bizim 1 $’a aldığımız telefon hattını başka bir turiste 20 $’a satmışlar. Bu yüzden bu güzel aile sayesinde Tanzanya 101 dersini aldıktan sonra hiç kazık yemeden temel ihtiyaçlarımızı karşıladık.

Her şey pazarlıkla dedim ya, Zanzibar’da bazı şeyleri yapabilmeniz için turlara katılmanız gerekiyor. Bu turlarda da tabii ki iş pazarlık üzerinden yürüyor. Prison Island’a gitmek için tur fiyatları 19$ civarındaydı. Ancak biz Captain Tango ile pazarlık ederek 12$’a ayarladık. Sonra ona tabii bir sürü kişi yönlendirdim : ). Burada her şey referansla yürüyor unutmayın.  Tango’nun teknesindeki yazı ise hayatımı özetliyordu “die with memories” (hatıralar ile öl).

Afrika’nın durumunu hep uzaktan biliyorduk. Bir arkadaşım ise burada çok yardıma muhtaç çocuk var eğer getirebiliyorsanız bir şeyler getirin onlara verirsiniz demişti. Ben de arkadaşlarıma haber vererek buradan boyama kitapları, boya, baloncuk yapma oyuncağı götürdük. Yollar da gördüğümüz çocuklara dağıttık. Captain Tango’nun da kardeşleri olduğunu öğrenince ona da 3 tane baloncuk yapma oyuncağı verdik. Koskocaman 26 yaşındaki Captain Tango’nun baloncuk çıkarırken ki mutluluğunu size anlatamam. Hatta arkadaşıma fotoğrafını attım onun yorumu ise “Çocuklara da veriyorsunuz dimi?” oldu : ).

2. gün ise couchsurfing’ten bulduğumuz ailenin evinde kaldık. Duliy, bize tüm mahallesini ve okullarını gezdirdi. Hava kararana kadar sokakta çocuklara oyun oynadık. Mendil kapmaca mı dersiniz, şarkı söylemeler mi dersiniz neler neler : ). Sokaklarda bizi gören en küçük çocuğundan en büyüğüne kadar hemen “Hi, hello, how are you” diyordu. Çekingenlik sıfır, cana yakınlık had safhada. Mahallede zaten ünlü gibiydik. Bizi gören çocuk kolumuza, bacağımıza, karnımıza koşarak sarılıyordu.


Duliy’nin üç küçük kardeşi vardı. Evlerine genelde coucsurfing’ten (ücretsiz) yabancı misafirler geldikleri için kardeşleri bu duruma çok alışkındı. Duliy, gönüllü olarak öğretmenli yapıyor, mahalledeki çocuklara destek oluyor. Gündüz okulla kalmayıp akşam da çocukların bir kısmını evinde toplayıp onlara ingilizce ders veriyor. O akşam bir anda kendimi Duliy’nin sandalyesinde çocuklara ingilizce öğretirken buldum. Sonrasında bana merak ettikleri soruları sordular, bom oynadık, ingilizce kelimenin son harfi oynadık, meşhur şarkımız “Jambo” yu söyledik. O kadar güzeldi ki…

Duliy bizimle o kadar ilgilendi ki. Merkeze nasıl gideceğimizi bilmemize rağmen bizi sürekli merkeze bırakmak istedi. Durumları çok iyi olmamasına rağmen sürekli bize yerel tatlarından tattırmak istedi. Bize, dünyada hala iyi insanlar varmış dedittirdi…

Ertesi gün sabah bayramdı. Bir gün önceden yemekler yapılmaya başlanmıştı. Herkes sabahtan en güzel kıyafetlerini giydi, çocuklar şeker toplamaya komşularına gitti. Bizdeki gibi orada da bayram kahvaltısı çok önemliydi. Duliy ve ailesi ile hep birlikte bayram kahvaltısını ettik. O kadar gönlü güzel insanlar ki kahvaltı ile kalmayıp yanımızda bir de kese kağıdında kurabiyeyi azık olarak koydular… Daha fazla kalmamız için ısrar ettiler, tabii ki kıramadık. Gittiğiniz bir yeri hissetmenizin en güzel yolu kesinlikle ama kesinlikle lokal insanlarla vakit geçirmek.

Adanın çok güzel yerlerini gezdik, gördük. Yollarda dünyanın her yerinden insanlarla karşılaştık. Hiç tanımadığımız insanlarla bir yerden bir yere giderken kendimizi bulduk. Bir sürü anı biriktirdik… Maasailer ile tanıştık, birlikte voleybol oynadık, onların ilginç hikayelerini dinledik. En sonunda da Hakuna Matata (sıkıntı yok) diyip geçtik.

Yol boyu farklı farklı insanlar, hayatlar gördük. Her seferinde daha da yoksulu yoktur herhalde düşündüm ama her seferinde daha kötüsünü gördüm. Su YOK, evet YOK. Ne kadar zor tahmin edebiliyor musunuz? Uzaklardaki su kuyularından o kadınlar bidonları doldurup kafalarında taşıyorlar… O çocuklar, bir tabaktan 4-5 kişi yemek yiyorlar. Ama hepsi mutlu, hepsi umutlu. Özellikle gözleri o kadar güzel ki… Öyle parlak, öyle derin bakıyorlar ki…

Peki ya Darüsselam’da tanıştığımız diğer bir Türk. Bize hikayelerini anlatması ve her konuda yardımcı olması… Uzaklarda insanlar birbirlerini daha iyi anlıyorlarmış.

Sonrasında hayatımda bir kez yapmak istediğim şeylerden biri olan safari turuna katıldık. “Big 5” diye adlandırdıkları beş büyük hayvanı (aslan, fil, bufalo, leopar, gergedan) görmeye gittik. Tur boyunca çok tatlı İspanyol ve Almanlarla tanıştık. Tur rehberimiz ve aşçımız dünyanın en tatlı insanlarındandı, rehberimiz hastalanmasına rağmen bizi memnun etmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Safari boyunca kamplarda bir gün zebralarla, bir gün sırtlanlarla uyuduk. Tarifsiz bir tecrübeydi…

Arusha’da yine coucsurfing’ten kaldığımız yerde Türk biri ile karşılaşmamız? Dünya küçük… Toplamış Mete tası tarağı atmış kendini Tanzanya’ya 1-2 aylığına… Yine buradaki ev sahibimiz ve ailesini asla unutamayacağım. Bize her konuda destek olan, bizi rahat ettirmek, etrafı gezdirmek için elinden gelen her şeyi yapan o güzel insanlar…

Gezimizin son gününde ise bir yetimhaneyi ziyaret ettik. Hayatın gerçekleri yüzüme tokat gibi çarpıyor. Beni bu gezi boyunca en çok etkileyen çocuklar oldu. Belki de Afrika’da ilk defa bir ülkeyi ziyaret ettiğim içindi bilmiyorum. Afrika’da Çocuk Olmak nasıl bir şeydir biraz sizlere de anlatmak istedim. 

Afrika’da ne öğrendim biliyor musunuz? “Yavaş yaşamayı” çünkü “No hurry in Africa, pole pole” Acele yok, yavaş yavaş. Herkeste bu rahatlık var, koşturmaca yok, yavaş yavaş… Dönüp bir baktığımda hayatı ne kadar hızlı yaşadığımı farkettim.

Ve tabii ki gezinin özeti : HAKUNA MATATA! 7’de 70’e herkesten bu sözü duyarsınız. Sıkıntı yok, endişelenme anlamına gelir. Yarın açık dükkan bulabilir miyiz? Hakuna Matata! Feribota yetişir miyiz? Hakuna Matata! Acaba safaride ne yiyeceğiz? Hakuna Matata. Burada her şey Hakuna Matata arkadaşlar.

Bundan sonra benim için de hayat “HAKUNA MATATA”.